kadir CANGIZBAY ne demiş-5

By "en" on 06:02

Filed Under:

12 EYLÜL MUZAFFER:

Kızım okula başladıktan sonra yazdığım ilk yazı 'Kızımı da Maymunlaştıracaklar' olmuştu. Tabii, durduk yere değil: Okuldan, bütün velilere tembih ediyorlardı, çocuğunuza kesinlikle harfleri, hecelemeyi öğretmeyin; okuma-yazmayı biz onlara 'dedüktif'(tümdengelimci) metodla öğreteceğiz diye; yani, önce cümleler, sonra kelimeler, harfler ise en sonra.

Giderilmesi gereken bazı eksiklikleri ('k' ve 'l'de ince-kalın ayırımının ve gerçek bir uzatma işaretinin yokluğu gibi) bulunmakla birlikte, bizim alfabemiz fonetik bir alfabedir: Her harf, mutlaka ve hep aynı bir sessel değer taşır; hangi kelimenin içinde, kelimenin neresinde ve hangi harfin önünde/arkasında bulunursa bulunsun. Bu sayede, çocuk bir kere harfleri belleyip hecelemeyi öğrendi mi, her şeyi doğru okuyup yazabilir hale gelir. Bu tür bir alfabe demokratizan bir karakteri de var: insan hiç tanımadığı/anlamını bilmediği sözcükleri de doğru okuyup yazabiliyor; yani onlara kalemiyle de, gözüyle de ulaşabiliyor. Oysa -Cüneyt Akman geçenlerde anlatıp örneklendirdi ve de çok iyi yaptı- eski harflerle, kendisini tanıyıp anlamını bilmediğiniz sözcüğü ne doğru okuyabilir, ne de yazabilirsiniz.
Okuma-yazmada 'dedüktif' metod, Amerikalıların dayattığı bir metod: Çoğu kez onların dayatmasına bile gerek kalmadan bizim kompradorların kendi egemenliklerini pekiştirip sürdürmek uğruna, beynimizden cebimize, toprağımızdan canımıza her şeyimizi büyük patronun nüfuz ve müdahalesine açmak üzere attıkları adımlardan biri; tıpkı Q klavye veya 1951 Komünist Tevkifatı, Kore'ye asker gönderme, 24 Ocak kararları vb… gibi.

Adamlar, kendi dillerinin yazımını neredeyse hiçbir kurala bağlayamamışlar. Cell'i Fransızca'dan almış, Fransızca'ymış gibi sel diye okuyor; cello'yu ise İtalyanca'dan, dolayısıyla da çello diye. Hele knife'taki, knowledge'deki 'k'ların durumu içimi burkuyor: Sen hem koskoca 'k' ol, üstelik arada/ortada bir yerlerde değil kelimenin en başında yer al, sonra da sana hiç orada yokmuşsun muamelesi çekilsin. Bu arada, okula yeni başlayan Amerikalı/İngiliz çocuğun halini de düşünüyorum: nayf diye bildiği şeyin bir de 'k'sı varmış. Bir harfin sadece nasıl okunacağı değil, okunup okunmayacağı da kelimeye göre değişiyor: Doğru okuyup yazabilmek için kelimeyi tanıyıp bilmek gerekiyor; dolayısıyla temel birim harf değil, içinde geçtiği bütün/tümlük oluyor. Fonetik alfabe ortamında ise doğru okuma ve yazma, sözcüklerin yazımının ezberlenmesine değil, akıl yürütmeye benzer bir eyleme dayanır ki, burada kişi, gördüğünü okurken çözen, duyduğunu yazarken de inşa eden bir özne konumundadır. Ama, "Türk çocuğunun Amazon'un genişliğini, Missisipi'nin uzunluğunu bilmesine ne gerek var" deyip 'milli coğrafya/tarih' anlayışı doğrultusunda genel kültürü fuzuli ilan eden darbeci başı ve şürekasının en son isteyeceği şey de muhakeme kabiliyetine sahip olup genel çerçevelerden kalkarak özel durumlara ilişkin bilgi üretebilecek, yani bilgi öznesi niteliğine sahip insanların mevcudiyeti.

Geçen gün, en az elli kişilik üniversite sınıfında sordum:"'Zeytin'in Öz-norveçce'de, yani kökü de kökeni de Norveçce olan bir karşılığı olabilir mi?". Yegane cevap,"hocam biz Norveçli değiliz ki, ne bilelim" oldu. Belli ki, test kitaplarında böyle bir soru ve cevabı yoktu. Zeytinin hangi iklimde yetişip, Norveç'in de coğrafi konumu belki hala öğretiliyordu ama, genele ilişkin bu bilgilerden kalkıp özel bir durum hakkında bilgi üreten bir özne olabilecekleri umudu ve güveninden tümüyle yoksundular: Darbe esas amacına ulaşmıştı. kazanmıştı.

Biliyormusunuz, darbecilerin ilk yaptıkları işlerden biri de, o kendisine tapıyormuş gibi yaptıkları Atatürk'ün bile kitaplarına tahammül edemeyip, Anıt Kabir'de daha önce sergilendikleri salona özel giysi ve kullandığı jimnastik aletlerini koydurtmak olmuştu.

birgün gazetesinden alıntıdır..

0 yorum for this post

Yorum Gönder